Thursday, February 23, 2006

Örtünün Altına Bakan Bir Sergi: Kısa Devre

Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Kısa Devre Sergisi'nin en ilginç yanı afişi mi yoksa?
Ama afişin sergiyle bir ilgisi olmalı.
Afişte yer alan sanatçılar şöyledir: Yoko Ono, Seda Hepsev, Marc Bijl, Phill Collins, Sergei Eisenstein, Metin Çavuş, Steve McQueen, Ahmet Öğüt, Paul McCartney, Orton Akıncı, Paolo Coelho.

Sergide eseri olan sanatçılar ise şöyledir: Metin Çavuş, Ahmet Öğüt, Orton Akıncı, Seda Hepsev.

Saydığımız ilk onbir ismi spor basının transfer haberlerini manşete taşıdığı gibi afişe taşımış olamazlardı.

E ama taşımışlardı da..
Açıkça bir dalga söz konusu burada.
Serginin kendisi, sergileme kavramı üzerineyken, duyuru ve reklam yapma alışkanlıklarına ufak bir gönderme yapmadan geçilememiş olsa gerek.

Bu ironik tanışma anının ardından, adından bekleneceği üzerine beklenemeyenlerle karşılaşılıyor.

Seda Hepsev'in sekiz ayrı kitabı yan yana koyarak yaptığı çalışma bu anlamda bunlardan ilki. Bütün kitaplar için kitabın ismini değiştirdiği yeni bir kapak basılmış. Örneğin Orhan Pamuk Gülün Adı'nı, Umberto Eco ise Benim Adım Kırmızı'yı yazmış oluyor böylece. Kitapların kullanılmış olmasının yanı sıra bir de kapakların çok başarılı bir şekilde imal edilerek kitaba monte edilmiş olduğu düşünülecek olursa, neredeyse espriyi fark etmeden sergiye devam etmek mümkün. Seda Hepsev'in kitaplar arasında kurmak istediği bağlantı böyle bir geçişkenlik olabilir. Yani Borges'in Araf'ı, Elif Şafak'ın da Dantevari Denemeler: Shakespeare'in Belleği'ni yazdığını düşünmek mümkün müdür bilinmez ama kimin kimden ne kadar etkilendiği, hangi metnin özgün olduğunu sormak gerekiyor. Hangi kitap diğerinden gerçekten bağımsızdır. Ya da... Kitabın adıyla yazar ismi arasındaki yabancılık, okuyucunun da bir koşullanmışlık içinde düşündüğünü göstermez mi? Aynı şekilde, kitap ile yazarı arasındaki bağ, bu kadar sıkı, kopması mümkün olmayan bir bağ mıdır? Bu sorular çeşitlenebilir ve tek tek seçilmiş isim değişiklikleri üzerinden düşünülebilir.

Bir başka tanıdık isim, üzerine yaptığı çalışmayla, Metin Çavuş tarihin yazımına ilişkin bir noktadan başlıyor işe. Potemkin Zırhlısı sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri kabul edilirken, filmin içeriği bazen unutulmakta mıdır acaba?

Bence evet. 1905 devrimi ile 1917 devrimleri bilinçli olarak unutturulmak istenir, Sovyet Rusya deneyimine yer yer sol içinden bile burun kıvrılırken, Potemkin Zırhlısı teknik ve biçimsel yönleriyle sürekli öne çıkarılıyor. Burada bir sorun olsa gerek. Eisenstein'ın devrime inancı veya yeteneğinden bağımsız olarak, tarihe bakmakla ilgili bir sorun.

Diğer bir boyut ise, hem geminin hem gemi mürettebatının hikayesinin Potemkin filminin başarısı ile de devrimin başarısı ile de örtüşmemesi. Potemkin gemisi defalarca el değiştirmiş, filmin çekildiğinde dönemde ise çoktan yanmış bulunuyordu. Böyle bir tarihsel ironiyi anımsatmak, tarihle ilgili bırakılmış boşlukların daha şiddetli hissedilmesine neden oluyor.

Ahmet Öğüt'ün, bir kitap ile kitabını fotokopisini üst üste sergilediği işleri ise yeniden özgünlük sorununu gündeme getiriyor. Orjinali bir cam kutunun içinde, fotokopi ise, bu kutunun üzerinde adeta unutulmuş gibi duruyor kitapların. İkisi arasındaki bu statü farkının aralarındaki değer farkını yansıtıp yansıtmadığı sorulmalıdır. Sergi alışkanlıklarını tartışan bir başka çalışmasında ise, altlarına Ahmet Öğüt Koleksiyonu'ndan diye not düşülmüş kendi özel ama "değersiz" eşyaları sergileniyor. Bu şekilde, hem "sıradan" insanın hayatı ve eşyalarının "değerinin" belki de sürekli es geçildiğini vurguluyor ve sanatsal nesneye atfedilen rol ile bu nesneye sahip olmanın önemini böyle bir parodi yoluyla alaya alıyor.

Orton Akıncı da Phil Collins, Steve McQueen ve Paul McCartney gibi dönemlerinin meşhur sanatçılarının kliplerini bir arada ve sürekli tekrarlayarak göstermekle, bu isimler üzerindeki koruyucu miti sorguluyor.

Sergi bu anlamda, normların her şeyin önüne geçtiği, sanatın şişirildiği ve reklamla iç içe geçerek biçimselleştiği yerlerde altta kalan boşlukların gizlendiği noktaları açığa çıkarmaya davet ediyor. Başka bir deyişle, örtüleri kaldırıp, san'at camiasındaki döngüleri kısa devreye uğratmayı deniyor.

Ancak Kısa Devre, çok çağrışımlı ve beklenmedik olsa da yeterince cesur değil yine de. Konularına, göndermelerin dolaylı yordamı ile uzanmaya çalışıyor.

Sorunların kıyısında köşesinde kalmış tüm inceliğine rağmen. Düşündürücü ama vurucu değil.


Efe Duyan

http://www.yapi.com.tr/turkce/haber_detay.asp?newsid=41624 adresinden alınmıştır.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home